Otobiyografi mi? Roman mı? Günlük mü? Yoksa tüm bunları bozan, yeniden kuran bir metin mi?
Emre Karadağ’ın kaleminden çıkan TUBA, türlerin ve anlatı sınırlarının muğlaklaştığı, bireyin iç dünyasını dış gerçeklik kadar kurgunun da belirlediği bir metin. Kitap, kendi benliğine ve yaşam öyküsüne eğilen bir anlatıcının, okuru da zaman zaman suç ortağına dönüştüren özgün sesiyle dikkat çekiyor.
Kurmaca ile Yaşam Arasında
TUBA, biçimsel anlamda bir yaşamöyküsü izlenimi sunsa da, metnin ilerleyen sayfalarında bu izlenim yerini açık bir kurmaca oyununa bırakıyor. Anlatıcı, yazarı hem yansıtıyor hem de ondan uzaklaşıyor; “Emre” ile “anlatıcı” arasındaki çizgi, sayfa sayfa bulanıklaşıyor.
Karadağ, bu metinle birlikte otobiyografi ve postmodern anlatı tekniklerini yerli yerince harmanlıyor. Bu yönüyle TUBA, hem bireysel bir iç döküm hem de edebi anlamda biçimsel bir deney.
Dil ve Anlatım
Dili yalın ama asla basit değil. Yer yer mizahi, yer yer keskin ve melankolik. Sözcük seçimleri ve cümle yapıları, yazarı tanıyanlar için tanıdık ama ilk kez karşılaşan okurlar için özgün bir sesin kapısını aralıyor.
Yazarın diğer eserlerinde de görülebileceği gibi, metin zaman zaman bilinç akışına, zaman zaman da metafiksyona göz kırpıyor. “Anlatılan her şey yalandır” uyarısıyla, yazar okuru her daim temkinli olmaya çağırıyor.
Yaratıcı Yazarlık Perspektifi
TUBA, yalnızca bir roman değil; aynı zamanda yazma eylemi üzerine yazılmış bir metin. Bir anlamda “nasıl yazılır” değil de, “neden yazılır” sorusunun çevresinde dönüyor. Yaratıcı yazarlıkla ilgilenen herkes için, bu kitap bir ders niteliğinde olabilir.
Sonuç Yerine
TUBA’yı okumak, bir karakterin geçmişine tanıklık etmek kadar, yazarının anlatı kurma biçimini izlemek anlamına da geliyor. Otobiyografik kırılmalar, kurmaca oyunları ve dilsel sadeliğiyle Emre Karadağ’ın edebi kimliğini yakından tanımak isteyenler için TUBA, sağlam bir çıkış noktası.
Bitirirken, TUBA’ya dair ayrıntılı inceleme yazımızı buradan okuyabileceğinizi belirtelim.
Yorum Yap