Alıntılar


Dünya… Koynunda
avut beni.

(s. 20)


Varoluşun belli bir amacı yoktu. Yalnızca vardık işte, hepsi
bu kadar.

(s. 35)


Gözlerinize bakan bir kadın ruhunuzu görüyordur.

(s. 41)


Onsuz eksik kalırmışım gibi... Sanki hep o varmış gibi...

(s. 61)



Ev; sırları ve acılarıyla sakinlerini yavaş yavaş öldüren yer.

(s. 33)


Rastlamasıyla başladı her şey, bir dilenciye; aldığından çok
verene. O ki ne olduğu belirsiz, isimsiz ve görünürde aciz. Git, dedi dilenci, devam, Hayatın Anlamını Arayan. Bulacaksın
nihayetinde, döneceksin başladığın yere.

(s. 94)



Bir yanlış

anlaşılma var, dedik. Mustafa Kemal'in askerleriyiz, dedik.

(s. 29)


Kale değil, sanki türbe!Çağırıyordu tevekküle.

Düştük hepimiz bir tefekküre.

İhtiyaç hâsıl oldu tebeddüle! (s. 38)


Ve tanrı kadını yarattı, kusursuz olmasa da.

(s. 183)



Dünyaya dair her şeyden vazgeçmeliymişim, henüz onlu yaşlarımın başındaydım.

(s. 7)


Bugün günlerden umutsuz, saatlerden mutsuz!

(s. 11)


İşte böyle bir yerde, kökü yukarıda, dalları aşağıda bir ağacın, Tuba'nın tohumu atılıyordu.

(s. 17)



Ağlamak istiyorum, ağlatmıyorsun bile. Gözyaşları yaz
şuraya. Karanlık bir köşeye çekilip ağladı, de. Çıkar beni bu
kitaptan, çıkar, çıkar, çıkar, çıkar, çıkar, çıkar. (s. 12)


Ben de burada kendini tanrı zanneden bir yazarla uğraşıyorum.

(s. 16)



Kim olduğumu soranlara sistematik olarak üç şık sıralıyordum:
a) Septik
b) Agnostik
c) Antipatik
Cevabı matematiksel olarak ispatlayabilirdim.

(s. 97)


Ya sen, “hiçbir şey” yapmayan, yapmadığı için de olmayan;
nesin sen? (s. 108)



-Burası neresi, der Ziyaretçi.
-Güneşin batmakta olduğu bir yer, der Refakatçi.
-Nereden anladın?
-Büyük gölgelerinden küçük insanların!

(s. 76)


Filamanı kopan birkaç kişi Edison'u sopalarla kovalamaya başlar, her yandan yuuuhh sesleri yükselince!

(s. 149)



Bazen, gitmek de kalmak kadar orada olmakmış.

(s. 23)


Onlarla bir ilgisi yokmuş aradıklarımın.

(s. 33)


Bazı suskunluklar, haykırışlardan çok daha baskındır. Haykırışın yankısı kaybolur elbet ama suskunluğun sinsi uğultusu hep kalır.

(s. 43)



Yazara bakın, benimle konuşuyor. Sorun şu: Beni sen yaratmış olabilirsin ama ben senin yazdığın gibi olmak zorunda değilim.

(s. 21)


Her kadının
ruhunda küçük bir kız çocuğu hep yaşar.

(s. 51)



Eşit doğmayanı eşitlemek, anamal
kuramına ters düşmek. Şimdi, ben anayım ve siz de malsınız;
yan yana getirince... Anladın?... Amaç bu yani. Evrim teorisi der
ki köle olur serf olur işçi; ama işveren olamaz; işçi, hep işçidir.

(s. 105)



Yeğenim, şuradan üç-beş adam topla da miting yapalım. (s. 44)


Ve sorarlar: hanginizsiniz, o müsrife mihmandar?
Yaptığınız yanlışı sakın ola etmeyin inkâr.
Biz böyle sürünürken, hünkâr hayatı yaşayanlar
unutmasınlar; Allah'ın bir diğer adı da Kahhar.

(s. 61)



Bir adamın kendi başını bile taşıyamayan omuzlarına dayanmayı, başını yaslamayı düşünebildiğini hayretle anımsar.

(s. 43)


Günlerini üçe bölmüştür: Uyanır, nefes aldığını ayrımsar, uyur; bu kadar!

(s. 48)



Ulan senin gibi yazarın ben ta!... Niye koydun beni bu kitaba?

(s. 11)


Hiç
vazgeçemeyeceğimi içten içe sezdiğim…

(s. 62)


Yazar delirtmiş olmalıydı. Hangi tarihte, nerede yaşadığım belli değildi.

(s. 101)



Yine de anlayıştan bizim kadar yoksun olmadığını, elbet
onun da bildiği şeyler bulunduğunu söylediğini duyacaktık.
Neymiş bildiği? Kayaydı muhatabımız. Bildiği şey, bir ruh
beklemesi gerektiğiymiş, gerçek bir canlı olabilmek için.

(s. 104)



-Darwin teorisi der ki, koyundan ağaca evrilenden!...
-Ağaçtan insana evrilmesi ümidini kesmemeli!

(s. 47)


Seni bile Fahriye Abla
Kara çarşaflara
Karanlık odalara
Zindanlara
Ve zindanlardan karanlık, kara örümcek kafalılara...

(s. 74)



Bu şey onun yanılsamalı aynalardaki kendisine benzemeyen ama kendisi olan yansımasıdır. İşte, asıl tahammül edemediği de budur.

(s. 53)


Her acı geçer, bazı acılar ölünce geçer. O da acısını yalnız başına yaşayacak, sırtlayacak ve alışacaktır.

(s. 66)



Mekân yok,
zaman yok, zaten hiçbir şey yok. Aslında ben de yokum!

(s. 7)


Limandan kalkan gemiye bakar Yahya Kemal
Benim de içimde korkular…
Dönmeyecek olan sen…
Bekleyecek olan ben…
Hissizdim…
Sen’sizdim…
Ben’sizdim…

(s. 86)



ablan demek de sorun demekti ve sorun demek yine ev demekti
sen neydin bu kısır döngüdeki hiç hatta hiç bile değildin ama
piç de değildin

(s. 86)


Obsesif, Histerik, Paranoyak; sen, ben, o, diğerleri; bu kadar
deli ancak kitapta bir araya gelirdi zaten!

(s. 93)



Yine yanılıyorlardır, yanılmadığında yanılanlar. Ya da... Yine yanılmıyorlardır, yanılmadığında yanılanları yanıltanlar.

(s. 189)


Şekil a'da ya da b'de değil de, olmayan şeklin olmayan harfinde görülmediği üzere, ne böyle bir kitap, ne yazar, ne yazan, ne oyun, ne oyuncu, ne sahne, perde merde... Hiç, hiç olmamıştır.

(s. 189)



Belki de bu hayallere tutunabilmektir, yaşam; yani, her zaman hayal olarak kalacak hayallere.

(s. 82)


Acele ettiğim her şeye geç mi kalıyorum gerçekten?

(s. 86)


Beklemek, yol almaktan bu kadar zor olmamalı.

(s. 89)


Hani kasımda aşk başkaydı? Hiç inanmamıştım zaten!

(s 94)



Soğuk bir kış günü
kendini sokak lambasına asan Nerval geldi aklıma. O
şizofrendi, ben de şizofren değilim diyemezdim. İpi bulmak
zor olmadı. Kurguda kolaydır bu işler. Lambanın dibindeki
banka çıktım, ipi boynuma doladım ve kendimi boşluğa
bıraktım.

(s. 66)



Anneler bilirdi her şeyi!

(s. 87)


Bir “kitap” okunuyordur. Bir an sonra -ne zamandı bu
an- üzerinde 6 yazan bir kapının önünde durulur; görülmese
de, ardında bir labirent olduğu biliniyordur. Kapı aralanır ve
içeri girilir. Yerde bir kâğıt ve bir kapı daha...

(s. 109)



-Haydi, der birileri, veda zamanı geldi de geçmekte.
-Sözde yabancıyı/Ziyaretçi'yi getirtip toplumu da tanıttık.
-Karıncasıyla, kaplumbağasıyla alegoriyi de kullandık.
-Ütopya/distopya ile rüya/kâbus da yaşattık.
-Adımbaşı parodiyle acayipliğe bulandık.
Artık, toplayıp sahnedeki tas ile tarağı...
-Kapattık dükkânı!

(s. 191)



Kafamı taşlara vursam; kanasa, kanasa, kanasa.

(s. 100)


Bazen üç noktalar da noktaların bitiremediği kesinlikte bitiriyormuş cümleyi.

(s. 104)


Tedaviden çok uzakmışız, yakınından bile geçmiyormuşuz.

(s. 106)